HÜSEYİN MÜMTAZ

SAFİYE AYLA, TEĞMEN FARUK VE YÜZBAŞI CEMİL (ESKİ DEFTERLER-17)-

 

İşgal İstanbul’u yılları… Teğmen Faruk, evinde ziyaret ettiği Yüzbaşı Cemil’le sohbet eder;

“Cemil- omuzundaki şarapnel yarasının uzaktan uzağa başlayan sızısıyla; ‘Ben yorgunum çok teğmen… Yaşlandık mı dersin, farkına varmadan?’

                Faruk- ‘Yaşlılıkla ilgisi yok yüzbaşım… Bende yaş yirmi iki, Yamyassıyım yorgunluktan… Bizim yorgunluğumuz gövdemizde değil, ruhumuzda olsa gerek.’

                Faruk devam eder- ‘Siz de benim gibi onbir yaşında giydiniz üniformayı… Onbir yaşında asker olmak öteki insanlardan ayrılmaktır. Evet, bizi ordunun dağılmışlığı yoruyor. Başıbozukluğu onurumuza yediremiyoruz. Bize imkânsız gibi geliyor bu değişme…”

                Onbir yaşında üniforma giymek… Ordu’nun dağılmışlığı…

                1957 olmalı… Ortaköy-Aksaray tramvaylı yılları. Her Pazar, Ortaköy’de henüz üzeri kapanmamış olan Dereboyu sokaktan geçtikten sonra, ilk duraktan biner, kardeşimle beraber burunlarımızı cama dayar, çıt çıkarmadan Beşiktaş, Barbaros Anıtı, Karaköy, sonra köprüyü seyreder, Gülhane Parkının kapısını geçince Soğuk Çeşme yokuşunun başında iner, yokuşun ortasında oturan babaannemizi ziyaret ederdik ailece…

                Duraktaki tabelâda “Tramvay Tevakkuf Mahalli” yazardı.

                En fazla da Dolmabahçe Sarayı’nın büyük kapısındaki nöbet tutan heykel gibi hareketsiz askerlere bakardık hayran hayran, gözlerimizi bir türlü ayıramazdık…

                Okula giderken tramvayların arkasına asıldığımız, kaldırıma oturup evden gizli Tommiks, Teksas okuduğumuz, yolda turşu suyu içtiğimiz yıllardı.

                Ama…

                Ortaköy ilk durakta tramvayın gelmesini beklerken…

                O “Onbir yaşında” pırıl pırıl süslü üniforma giyen Selimiye Askerî Ortaokulu öğrencilerine rastlardık. Biraz sonra da Kuleli Askerî Lisesi öğrencilerine…

                Kıskanırdım, “tarifsiz kederler içinde” özenirdim o yaşta olamadığıma, o üniformayı giyemediğime. Daha ilkokul 4’üncü sınıftaydım.

Ama işte o özlemle birkaç yıl sonra giyeceğim aynı üniforma beni de yıllarca Edirne’den Ardahan’a kadar yurdun dört bir yanına taşıyacaktı.

Geçen gün, Safiye Ayla’nın şimdiye kadar hiç duymadığım bir şarkısını dinleyince gittim o yıllara…

Yesâri Âsım Arsoy’un Kürdili hicazkâr şarkısı. Güfte de kendisine ait.

“Bir Harbiyeli Çamlıca’da gönlümü çaldı

Kâfir bakışı aklımı aldı, fikrimi aldı

Sevdâlı başım artık onun zevkine daldı

Kâfir bakışı aklımı aldı, fikrimi aldı”

Milât’tan önceki o yıllarda, Ortaköy İlkokulu’nda okurken, teneffüste bahçenin deniz kenarına götüren Süeda (Besen) öğretmen karşı kıyıdaki Kuleli Askerî Lisesi’ni gösterirdi.

Sonradan “karşıda” bir de Çamlıca Kız Lisesi olduğunu öğrenecektik.

Ve meğer her Çamlıca’lı, bir Kuleli’liye âşık olurmuş!

Kuleli’liler büyüyünce Harbiyeli olurlar, Yesari Arsoy şarkı yazar, Safiye Ayla da okurmuş…

Harbiyeli’ler Çamlıca’da gönül çalarlarmış.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.