OSMAN ÇATALOLUK

Din İdeoloji midir: İdeolojinin Seküler Kökleri

İdeoloji terimi, 18. yüzyılın sonunda dine bir alternatif olsun diye icat edilmiş ve aynı etkiyi insanların zihinleri ve davranışları üzerinde yaratmayı amaçlamış aksiyoner bir düşünce biçimidir. Bu yönüyle ideoloji toplumun ya da bir gurubun çıkarını (pragmatik; yararcı) gözeten değerler hiyerarşisini ortaya koyan o gurubun ortak tasarımıdır. Onun var olanı anlamak gibi bir gayesi olmayıp kendi taraftarlarına her yaptıklarının haklı olduğuna inandırmaktır. Kelime dilimize Cumhuriyetten sonra “Mebhas-ül efkâr”, ilm-i efkâr” ve son olarak da Ziya Gökalp tarafından “fikriyat” olarak tercüme edilmiştir. Uzun zaman Avrupa’nın düşünce tarihinden bihaber yaşadığımız için bunlar bize çok sonra gelmiş o sebeple lügatte kendine yer bulamamıştır.1 

Carl Schmitte göre, “modern devlet teorisinin tüm önemli kavramları sekülerleştirilmiş din kavramlarıdır.”2 Din kavramları ise sekülerleşince ideolojiye dönüşme evresine girer. Bu çok yerinde tespiti, anlayabilmek için kavramın çerçevesini de çizmek gerekir, aksi takdirde din, devlet ve ideoloji bir birinin aynı oluverir. Babil, Sümer, Akkad, Ur Hanedanlıkları ve Asur’dan oluşan Mezopotamya devletlerinde “Din=Devlet” yapısı önce “Rahip Kralı” ardından da “Tanrı Kralı” doğurmuştur. “Tanrı Kralı”n devleti böylece “Kutsal Devlet” olmuş ideolojisi de “Kutsal Devlet İdeolojisi” olmuştur. Biz farkında değiliz, lakin Türk’ün, “Devlet Ebed Müddet,” ideolojisi de kökenini buradan alır ve fakat buradan sonra Mezopotamya anlayışından koparız! Mezopotamya’nın bu yapısı hem Yahudilikte hem de Hıristiyanlıkta “Din=Devlet=Ruhban Sınıfını” geliştirerek bu güne kadar gelmiştir. Bu pencereden baktığımızda devletin ideolojisi bu sun’i dini ve devleti korumaktır. İşte bu ideoloji teolojinin ilk sekülerleştirilmiş bir özetidir . Mezopotamya örneğinde görüldüğü gibi ideoloji görünürde dine bir destek olarak gelmiş fakat kısa sürede dini saf dışı ederek onun yerini almış rahip kralı tanrı kral seviyesine çıkartmıştır.

İdeolojinin ahiret inancı olmadığından takipçilerine bütünsel bir (holistik) dünyevi görüş sunarak, daha doğrusu, dünyevi bir din sunarak harekete geçirmesine rağmen gücünü ya bir mitten ya dinden ya da dinin kurucusuna organik bir bağ iddia ederek alır. 3Yahudilerin tanrıyla kavilleşmeleri, vaat edilmiş toprakları, Museviliğin Yahudilere ait bir din oluşu; Yahudilerin ve Hıristiyanların “Armageddon”u; Hıristiyanlarda, Vatikan’ın 2000’li yıllardaki açıklamasıyla Cennet, Cehennem inancının Hıristiyanlıkta olmadığını ilanıyla “İsa’nın (Tanrının) Krallığı’nı” yeryüzünde kuracağı hükmü bu tür Mezopotamya kökenli ideoloji örneklerindendir. Bu anlamda ideoloji “rahipleri” kendi entelektüelleri olan “laik bir dindir.” 3

Dini de İdeolojiyi de Sosyal Hadiseler Güçlendirir:

Yümni Sezen Hocamıza göre, “din ideolojiyle hiçbir zaman birleşmez, birleşemez. Yakınlaşır, bir süre paralel hareket eder ancak nihayetinde ideoloji dinden ayrılmak mecburiyetindedir. Yakınlaşmayı sağlayan sosyal hadiselerdir.” İdeoloji din, felsefe ve bilimden beslendiği halde onlardan farklı bir karaktere sahiptir. Çünkü dinde, dünya ukba için bir hazırlık yeri iken ideoloji krallığını bu dünyada ilan etme peşindedir. Bu bağlamda ideolojinin beslendiği kaynağa, kitleleri etkileme gücüne ve akla yatkınlığına göre ya gerçekleştirilebilir ya da hayalidir. 4

İdeoloji dinin kendisi olamaz ancak onun bir elemanı olabilir. Sorokin’e göre, “ideolojik kültür fikirlerimizi ve davranışlarımızı biçimlendirir, bu kültürün maddi ürünleri de bu ideolojiyi satmayı/yaymayı amaçlar.” 5 Bir toplumda bütün fertlerin sahip olduğu manalar, değerler ve kurallar aynı ise (homojen) o toplumun genetik yapısında ve bu genetiğin ürünü olan halkın davranışlarında da bir homojenlik var demektir. Böyle bir durumda devletin yapısı, ideali ve ürettiği maddi ve manevi kültürü aynı ve ideolojik olmaya adaydır. Avrupa’nın ve Rusya’nın yeknesak bir yapı arz ederek maddi manevi kültürünü bir ideoloji gibi satması bu sebeptendir. Bazıları, Avrupa’da etnik farklılık yok mu, şeklinde düşünebilir. Miladi 800’lere kadar vardı, ancak Hıristiyanlık, 100 Yıl Savaşları, Haçlı Seferleri, Engizisyon, Sanayi Devrimi, I. ve II. Dünya Savaşları demokrasi anlayışını geliştirmiş AB süreci ve Postmodernizm de bu farklılıkları bitirerek erişilmez demokrasi kültürü, ultramodern çevreci sanayi kültürü ve insan haklarında önderliği ile AB başlı başına bir ideolojik pota olmuştur.        

İdeoloji terimini ilk defa ortaya atan Fransız filozof Antoine Destutt de Tracy (1754-1836), “les eléments d’idéologie6 (İdeolojinin Elemanları)’nı seküler epistemolojisinin temeli olarak kabul eder. Aydınlanmanın sadık bir takipçisi olan de Tracy, ideolojiyi dini önyargılarla boğulmadan gerçeği bilmenin bir yolu olarak inşa etmiştir. 6 Dolayısıyla ideoloji, daha başlangıcında din karşıtıdır ve dinin yerine ikame edilmek için tasarlanmıştır. İdeoloji, neredeyse yarım yüzyıl sonra, Karl Marx’ın (1818-1883) eserlerinde yeniden ortaya çıktı. Bu sefer ideolojinin kendisi, gerçekliği saptırıp çarpıtması nedeniyle eleştiri konusu olmuştu: artık suçlayan taraf değil suçlanan taraftı. Atina’da doğan atomculuğun gayrı meşru çocuğu olan materyalizm Karl Marx ve Lenin’in ellerinde ete kemiğe bürünmüş Allahsızlık ideolojisi olarak dini afyon ilan etmişti. Marx bununla da durmamış, ‘Die deutsche Ideologie’ adlı eserinde (1846) Alman idealist felsefesini gerçeği saptırmakla suçlamıştır. 7 Marx, 19. yüzyılın başlarında, idealist filozofların yapmaya niyet ettiği gerçeğin resminin yalnızca fikirler temelinde çizilebileceği fikrine, “bu filozoflar hep yanlış algı üretmiştir,” diyerek itiraz eder. Gerçeğin doğru bir resmi, ona göre, ancak sosyal sınıfların sosyal ve ekonomik çıkarlarının ne olduğunun anlaşılmasıyla çizilebilir. Marx’a göre, ideolojiler aslında siyasi güç ve sermayeyi elinde bulunduran gurupların çıkarlarını destekler. Karl Marx’ın en büyük çelişkisi de işte burada başlar, tercih ettiği “sosyal sınıfların sosyal ve ekonomik çıkarlarıdır suçladığı ise siyasi güç ve sermayeyi elinde bulunduran gurupların çıkarları.” Bu yaman çelişkide bir gurubun hakkını teslim etmek için diğer gurubun çıkarını lanetlemek aslında doğru bir modeldir (paradigma). Çünkü Hz. İsa’nın, Hz. Musa’nın ve Hz. Muhammed’in savunduğu paradigma işte budur: “Fakirin, ezilenin, ötekileştirilenin yanında durup onların hakkını savunmak, zenginin kazandığında fakirin, miskinin ve yetimin hakkının olduğunu söylemek. Tarih boyunca insanın insan olma haysiyetinin, şerefinin korunması kavgasıdır din denilen esasında.

Siyasal İslam ideolojisi ve Din

Sabık Başbakan Ahmet Davutoğlu parlamentodan temiz eller operasyonuna izin isteyince Cumhurbaşkanı tarafından azledilmesini; “Sen bunu yaparsan ben bir ilçe başkanı bile bulamam,” sözleri dolayısıyla olduğunu beyan ettiğine göre Türkiye’de dindar nesil isteyenlerin kendilerinin de dinin ve peygamberin emri hilafına hırsızlıktan, rüşvet ve torpilden nemalandıklarının açık delili değildir de nedir? Bu durumda, “Dindar nesil” paradigması çalma çırpmayı maskelemenin ideolojisi mi olmuştur yoksa? Bu iddianın doğru olduğunu ilahiyatçı Hayrettin Karaman’ın, “yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele edip adaleti tesise önce bizden başlasanız,” diye iktidarı uyarmak yerine cemaati uyardığı fetvasından anlıyoruz. Akif Beki’nin yazdığı Karaman’ın kafaları allak bullak eden fetvası şöyledir: “Cemaate hayrı zaten yok da… Böyle savunmak iktidara da iyilik değil, yanlışta ısrara teşvik ediyor. Tersini yapsa belki iktidar yanlışlarını düzeltecek, homurdanmayı ve şikâyeti kesmesi için cemaati uyarmasına da gerek kalmayacak. Herkes kazanacak. Din de haksızlığa alet edilmeyecek. Bu iktidardan pek çok beklentiniz gerçekleşti, camiayı hayretle izliyorum, bak demedi demeyin, sonra Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz, iktidara zarar verecekse haksızlık ve yanlışlardan şikâyetle doğruları söylemek caizdir diyemem.” 8

Öte taraftan Bülent Arınç, yükselen fiyatlar, öğrencilerin yurt ve kira sıkıntısı ve hiperenflasyon ile ilgili sorulan soruya; “Eyvah, dindarların gazabından korkmak lazım, işlerine gelmeyen bir şeyle karşılaştıkları zaman ne aslandı ne kaplandı hiç birisini dinlemez bu insanlar. Çünkü onlar hamaset kokulu dini konuşmalardan anlamaz. Onlar cebine giren ve cebinden çıkan paraya bakar,” şeklinde cevaplaması dindar geçinenlerin teknik olarak dini, ahlaki ve sosyal zaafları var anlamına gelmektedir. 9 Karaman ve Arınç’ın söylemleri biri birini doğrulayan ancak dinen ve vicdanen kabul edilebilir sözler değildir. Olsa idi kendi içlerinden farklı seslerin çıkmaması lazım gelirdi. Çıktığına göre Arınç da Cübbeli Hoca da haklıdır. Eğer haklı ise ideolojisini Saray’ı koruma ve kollama üzerine oturtan fetva sahibinin durumu dinen ne olur? İşte bu ideolojinin dini yerinden atıp onun yerine oturma hali değildir de nedir o zaman? Dedik ya; şakirtlerine neyin iyi, neyin kötü, neyin güzel, neyin çirkin, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ‘din’leştirilmiş ideoloji söyler! Kavuşulmak istenen ideoloji tesirsiz tasavvurlardan oluşmaz. Aksine güçlü bir heyecan yükü taşır. İnsanlar AKP’nin, “dindar nesil” paradigmasına bir ideolojinin bütünlüğü içinde katılıyorsa bunun sebebi ideolojinin bu gurubun arzularını tatmin etme aracı olarak kullanılması içindir. Arzunun ete kemiğe büründürülüp metalaşması sebebiyle ideoloji gayrı ahlaki ve gayrı dini fetvaları olağan görür ve uygular ve bunun da dine uygun olup olmadığına bakmaz, çünkü ulvi amaçlar için günlük araçlar önemli değildir. Burada siyasi ideoloji Makyavelizm’in, “hedefe götüren bütün yollar mubahtır,” mantığını güder.

Ancak Marx dini afyon yaparak doğrudan karşısına aldığından dini ideolojisine yedeklemeyi becerememiştir. Onun yanında bir Hayrettin Karaman olaydı, Marx peygamber bile olabilirdi. Yiğidin hakkını da yemeyelim! Bizim ilahiyatçı ve sosyologların anlamadığı yer de burasıdır zaten! Din, Batıda, ezilenlerin hamisi konumunda hiç olmamıştır! Bu gün Batıda kiliselerinin neredeyse kapanmak üzere olmasının tek ve yegâne sebebi dinin yüzyıllar boyunca bir sindirme ve mankurtlaştırma aracı olarak kullanılmış olması günümüzde de sübyancılığın yuvası olmasıdır. Peki, bunu Marx niye yapmamıştır ya da yapamamıştır? Sorunun cevabı kendi özünde saklıdır, aslında. Yapsa idi bu gün ideolojiler çöplüğünde olmaz, herkesin uğruna savaş verdiği bir yaşam biçimi, hatta Hıristiyanlıkta ya da İslâm’da bir sekt, bir mezhep olma şerefine erebilirdi, ama olmadı, olamadı. Tarihin ve kaderin garip cilvelerinden biridir bu aslında!  

Marxizm de Bir İdeoloji Olmuştu   

Marksizm, ideolojilerle savaşmanın ejderhaları avlamaya benzediğini göstermiştir. Evgeny Shvarts ünlü oyunu Dragon (ejderha)’da (1942–1944) ejderha avcıları nihayetinde ejderhaya dönüşerek savaştıkları ejderhalardan daha kötü bir hale gelirler. Evgeny aslında idealist ideolojilerle boğuşan Marksizm’in de eninde ya da sonunda ideolojiye dönüşeceğini düşünmüştür. Marksizm Sovyet baskısında, totaliter bir ideokrasi (kolhozlar aracılığıyla etnik temizlik) haline geldi. Komünizme karşı mücadele bahanesiyle iktidara gelen bin bir surat Faşizm de totaliter bir ideolojiye dönüşmüştür. İtalya II. Dünya Savaşı öncesinde ücretlerde 5 liralık bir artış yaparken enflasyonu % 40’lara çıkarmış halkın sefaleti karşısında dış mihrakları suçlamıştır. Umursamaz bir şekilde devamlı yanlış hedef göstererek din ideolojisi adı altında dinsizliği satmış, görünürde demokrasi havarisi kesilip gerçekte aksini iddia edenleri de derhal hain ilan ederek inim inim inletmiştir . 10

İdeolojiler, Yirminci Yüzyılın milyonlarca insanın yaşamının kan gölü sunaklarında yok edildiği devasa sosyal mühendislik projeleriydi. Isaiah Berlin bu konuda şunları söylemiştir: “Yirminci yüzyılın büyük ideolojik fırtınaları, neredeyse tüm insanlığın hayatını alt üst etti. Rus Devrimi ve sonrasında ona karşı veya onun yanında gözükerek solda ve sağda gelişen totaliter tiranlıklar milliyetçiliği tetikledi. O da ırkçılığın patlamasına sebep oldu.” 11 İlginç bir şekilde, on dokuzuncu yüzyılın en anlı şanlı düşünürlerinden biri bile yaşadıkları bu dini bağnazlığın Komünizmi ve Faşizmi doğuracağını tahmin edememişlerdi. Bu gün, olağanüstü olarak kabul edilebilecek şey bu iki olayın (fenomenin), yani Komünizm ve Faşizmin bitişidir.

Ancak böylesine büyük hareketlerin insanların kafasındaki fikirlerin değişmesiyle başladığını da bilmek gerekir. İnsanlar arasındaki ilişkilerin ne olduğu, nasıl olabileceği ve olması gerektiği hakkında fikir sahibi olduğunu sananları, peygamberlerin ordularının desteğini aldığına ikna eden bazı liderlerin kafalarında gizledikleri büyük amaç uğruna nasıl harekete geçirdiklerini kendilerinin nasıl bir dönüşüme uğradığını anlatırken nasıl vurgun talan yaparak bunu gizleyebildikleri hayretler içinde kalınması gereken bir durumdur. 12

Ne demek bu?

Batı kafasının duvara toslayarak, deneye yanıla bulduğu, bulduğunu da çapraşık anlattığını Kur’an (Rad, 13/11) çok veciz bir biçimde özetliyor: “Bir kavim kendini bozmadıkça Allah onları bozmaz.” “Kemâ tekûnû yuvella aleyküm” (Siz nasılsanız yöneticileriniz de öyledir). “A’malüküm ummalükum” (Yöneticileriniz yaptığınız ettiğinizin eseridir. Acluni, I, 146, II, 127) denilmiştir. İsra Suresi 17. Ayet yine halkın kendi sorumluluğunu kendisinin taşıması gerektiğini, taşımadığı zaman sonucuna katlanmasını emreder: “Biz bir beldeyi helâk etmeye niyet ettiğimizde oranın devlet sahiplerini (milletin malını çalarak zengin olmuş yöneticilerine (mutraf) doğrudan ayrılmamak için) uyarırız (emerna). Buna rağmen onlar kötülüğe devam ederler. Artık o beldenin üzerine (azap) sözü hak olmuş olur. Bunu destekleyen sure ise Maun suresidir! Maun; Kamu Malını çalmak, yağmalamak ve talan etmek demektir. Bu ayet ve bu sureye göre ‘Kamu Malını’ çalan, rüşvet alan, yağmalama yapanların yeri sonsuz cehennemdir!   

Karl Marx Maun suresini bilseydi, kesin müslüman olması gerekirdi. Yoksa August Comte’un felsefesindeki ‘İnsanlık Dini’ de bir tür felsefi-ideolojik fikir olup dinin yerini alması hedeflenmişti. 8 Sanırız Marx’ın bunda aradığını bulamamasının sebebi aristokrasi kokmasıydı. Çünkü Marx transkapitalist aydınların fikirlerinin fahişesi olmayı değil ezilenlerin sesi olmayı tercih etmiştir. İşte Kur’an’ın bu ifadesi, bu çıkışı onu ideolojik değil ontolojik kanunların vazedicisi yapmıştır.

Ne demek bu?

İnsanın, cemiyetin ve kâinatın işleyişinin kanunlarını ezelde yaratan, uygulayan ve koruyanın sözcüsü olmaktır.

İslâm’ı İdeoloji Olarak Kullanmak: Ali Şeriati’den Libya’ya

İdeolojinin, hele İslâm’ın bir ideoloji olduğunu iddia edenlerin ideoloji dediklerinin sapkınlık olduğunda nelerle sonuçlanacağına başka bir örnek de, şimdi tarihin tozlu raflarında unutulmak üzere yerini alan Libya Devrimi’nin liderliğini yapan Muammer Kaddafi’nin söylem ve eylemleridir. Kaddafi kendi siyasi ideolojisi için (Üçüncü Dünya Uluslarının Teorisi) İslam’ı yeniden yorumlar: daha doğrusu eğip büker ve bunu İslam diye yutturur. Burada önemli olan Kaddafi’nin ideolojik haklılığı ve bunu ülkesindeki aşiretlere kabul ettirebilmesidir.13

Muammer Kaddafi 1942’de göçebe bir bedevi kabile olan el-Kadhādhifa’nın bir üyesi olarak doğar. Ancak Kaddafi Hz. Muhammed’in soyundan geldiğini iddia etmiştir. Dolayısıyla hem bir bedevi hem de bir şerif (peygamber soyundan gelen biri) olarak ona ancak ve ancak Arap Milliyetçiliği yakışırdı. Kaddafi’nin dine bakışı onun tarih felsefesine ve siyasetine yansır. Kaddafi’ye göre, tarihin iki ana hareket ettirici gücü vardır: bunların biri din ve diğeri milliyetçiliktir. Milletler arası çatışmalarda temel sebep din gibi gözükse de esasen milliyetçilik olgusudur. Kaddafi’nin ideolojindeki model devlet ya da Ütopya Devlet Libya’dır.

Muammer Kaddafi, “İslâm ve Üçüncü Dünya Ulusları” teorisinde kendini İslam ideolojisinin coşkulu ve karizmatik yaratıcısı ve doğal lideri olarak tanımlar. Gerçekleştirdiği devrimle (İslami Sosyalizm) devletin ideolojik kurumsallaşmasını mükemmelen sağlandığına inanır. Ancak ideolojik kurumsallaşmanın yani dünyevi bir ideoloji için dinin siyasete uygulanmasını sanki Hz. Muhammed’in yönetim örneğinden daha iyi yaptığını ima eder. Bakınız nasıl: Kaddafi’ye göre, “Kur’an, şartlar ve faaliyetlerdeki değişikliklerden, Mekke’de İslam Peygamberine gelen vahyin tutkulu şiirselliğinden Medine’de peygamberin siyasi dehasının öngördüğü uygulama mevzuatına geçişi yansıtır. Bunların hepsi büyüyen toplumun (ümmetin) ihtiyaçları ve iç-dış düşmana karşı mücadeleyle alakalıdır. Bu sebeple de fazla abartılacak bir tarafı yoktu. İslam’ın başlangıcında din dışılık ya da (laiklik) sekülerlik yoktu hatta devlet yönetiminin teolojik olup olmadığı bile şüphelidir.” Ancak daha sonra sufilerin (daha doğrusu ashabın) Emevi yönetiminden uzak durmayı tercih etmeleri Kaddafi’ye göre bir siyasi sorun olunca bunu bertaraf edebilmek için İslam devleti siyaseti dine dayandırmış ve ideolojileştirmiştir.” Buradan anlaşıldığı kadarıyla, Kaddafi soyundan geldiğini iddia ettiği Peygamber Efendimizin yönetim anlayışından pek hoşnut kalmamış sıradan bulmuş görünmekte diğer taraftan Arap kabileciliğinin ideoloji haline gelmesinde esas görevi yapan Emevi yönetimine de methiyeler düzmektedir. İşte bu ideolojinin dinin yerini almasından başka bir şey değildir! Genelde Batılının özelde Kaddafiyle röportaj yapan, Hjärpe, J.’nin, Hz. Muhammed’in uygulamalarının politik bir ideolojiye dönüştüğünü söylemesi ne kendisinin ne de Bedevi parçası Kaddafi’nin, Hz. Muhammed’in hayatından ve Kur’an’ın anlamından anlayabildiğini gösterir. Çünkü onun yönetimde İslam akidelerini uygulamasıyla kaba bedevi Libya toplumunun sosyalist liderinin İslâm akidelerini kendi düşüncelerine uydurmasının benzeştiği hiç bir yer yoktur. Bir kere Kur’an buna izin vermemiş ve yönetici olmak için her bir kadın ve erkekten biat almadan bu işi yapamayacağını emretmiştir. Bu, günümüz demokrasilerinde halkın yönetime katılımı anlamına gelir. Nerede kaldı ki darbe yapıp adam deviresin.

Kaddafi’nin dönüşümüne yol açan süreçleri incelediğimizde günümüz Türkiye’sindeki tarikatların gelişimi ve devlete karşı bir dinci (siyasi İslamcı) yapılanmaya geçişinde bunun açık ve çarpıcı delillerini bulabiliriz. M. Gilsenan 1960’ların Mısır’ında Hamidiye-Şazili Tarikatının sosyolojik bir çalışmasını yapmıştır. 14 Tarikatın kurucusunun 1939’da ölümünün ardından posta oturan Şeyh Salama etrafındaki coşkulu kalabalık zamanla vecd hareketini bırakarak yazılı kurallar ve özel merasimlerin uygulandığı katı ve hiyerarşik bir örgüte dönüşmüştür. Türkiye’de ise coşku ile başlayan Fethullahçılık hareketi devletten hep esirgeme görerek nihayetinde devletle bilek güreşine girecek seviyeye gelmesi “Dindar Nesil” ya da “Altın Nesil” ideolojisinin sübut bulmuş hali olarak alınabilir. 

İslam Dünyasında her dini hareket, er ya da geç siyasi bir anlam (political implication) kazanır. İslâmi reform hareketlerinin tamamı “İslâm ilkelerini” siyasi eyleme ve siyasi kurumlara çevirme gayreti içindedir. Bu niyet genellikle Kur’an’ın yeniden ve daha geniş (sınırları zorlayacak kadar) kapsamlı yorumlarının Arap geleneğine göre yapılmasına ve böylece “klasik” İslam anlayışının açık bir şekilde reddedilmesine dayanır. Kaddafi, bu değişim sürecini dış dünyaya “Kültür Devrimi” olarak pazarladı. İçeride ise bu dönüşümü “Halk Devrim” olarak adlandırmış ve hedefi neredeyse korporatizm (bir devletin veya örgütün büyük çıkar grupları tarafından kontrolü) gibi görmüştü. Kaddafi’nin Libya’sında büyük çıkar grupları olamayacağına göre bunlar olsa olsa dört ya da beş büyük kabileye pay dağıtımıydı. Yani dinin rant paylaşımı için kullanılması.

Gilsenan’a göre, İslam Dünyası’ndaki ilk önemli reform hareketi coşkulu militan yapısıyla Vahhabilik adı altında Suudi Arabistan’da başlamıştır. 5 Ancak yazar coşkulu militan hareketinin kime karşı olduğunu belirtmemiş üstü kapalı geçmiştir. Buna rağmen bu hareketin Osmanlı’nın yıkılmasına sebep olan Arap kabilecilik ideolojisinin isyanları olduğu açıktır. Hareket 1960’lar ve 70’ler boyunca militanlıktan kademeli olarak kurumsallaşmaya geçmiş. Kurucu Kral olan Faysal, dini eğitimini, annesinin babası olan dedesi İbn’ Abd al-Wahhab’dan almıştı. Son derece dindar biri olan Kral Faysal’ın iç ve dış politikası, kendi dininin (Vahhabiliğin) ilkelerinin bir uygulamasıydı. Vahhabilik doktrinlerine İslam’da yer yoksa da modern İslam’da karmaşanın artışında kendine önemli bir yer bulmuştur.

Diyanete göre, mensupları Vahhabiliği Ehl-i Sünnet dairesinde kalan bir ıslah ve dinin aslına dönüşmesini hedefleyen bir ihya hareketi olarak görür. Bu sebepten izledikleri geleneksel dini yönteme göre Muvahhidin (ehl-i tevhîd), Ehl-i hadis ya da Selefiye diye anılırlar ve Hanbeli gurubun içindedirler. Bu durumda Ehl-i Sünnet vel cemaat içinde saygı duyulması gereken bir yoldur (2017 yılı açıklaması). 15 Fakat Vahhabilik Saray’ın pek muteber karşıladığı Necip Fazıl’ın “Doğru Yolun Sapık Kolları” adlı kitabının 126. sayfası ve devamında yoldan çıkmış sapıkların fırkasıdır. 16 Bu iki farklı açıklama zamana ve devlet politikasının değişimine göre kimin din içinden kimin din dışından sayılacağına devleti ele geçiren zihniyetin ideolojisinin karar verdiği ve vereceğinin kesin bir delilidir. Burada siyasi dini ideolojinin devletin kurumlarını nasıl yeniden tasarımladığını da kesin bir şekilde görmekteyiz.

İdeoloji, ister Kaddafi örneği, ister Vahhabi örneği ya da her hangi bir dini cemaat örneğinde olsun, bağlıları arasında “ortak dil”, “ortak şahsiyet” ve “sosyal dayanışma” fonksiyonunu yerine getirir. Ali Şeriati’nin demek istediği de budur. 17 Ona göre, “vahyin terbiye ettiği kültür” “vahyin oluşturduğu ideolojiyi” yaratmıştır. Din ideoloji gibi başlamış sonra gelenekleşmiş ve bütün şevk ve heyecanını kaybetmiştir. Bu duruma gelen dinin ideolojik tarafı ölmüştür.” Şeriati buraya kadar doğrudur ancak ardından gelenekselleşen ideolojinin bütün yeniliklere kapanıp onları düşman belleyeceğini yazmamıştır. Gelenekselleşen ideoloji işte böylece İran’ı, Taliban’ı ve İşid’i yaratmış ama İslam’da öze dönüşü sağlayamamıştır.

Bu pencereden baktığımızda ideoloji bağlılarının hususi menfaatlerini çarpıtarak bunları umumi bir menfaat veya hasbi bir ideal kılığına sokmuş bu zümre nüfusun kalanının hilafına bütün gelire çökmüştür. Bunun en tipik örneği Türkiye’nin gelirinin ¼’ünün 5 müteahhidin cebine akmasıdır. Bunun Kaddafi’nin Libya’sında ülkenin bütün milli hasılasını dört ya da beş büyük kabileye pay etmesinden hiç bir farklı yanı yoktur. Yani din rant paylaşımı için kullanılmış ve yönetim kendi zümresine diğerlerinin hilafına maddi çıkar sağlamıştır.

 Kaddafi İslami Sosyalizm devrimini gerçekleştirirken kafasındaki tek örnek Ali Şeriati’dir. Ali Şeriati’nin dünya görüşü tevhitten ibarettir. Tevhit, bütün tek tanrılı dinler tarafından kabul edilen Allah’ın birliği eşi ve benzeri olmayışı ifadesidir. Fakat onun teorisinde kastettiği tevhit bu değildir. Ona göre tevhit, sadece dünyayı ya da kâinatı değil ahireti, tabiatı ve tabiatüstünü, cevheri ve manaları, ruh ve bedeni ayırmadan yek ve bir bütün olarak görmektir. Bütün varlığı, irade, akıl, duygu ve gaye sahibi tek bir form, yaşayan ve şuur sahibi tek bir organizma olarak görmek demektir. Bu söylemiyle panteizmin (vahdet-i vücutculuğun) kapısını aralar ve tanrıyı bu parçaların bütünü haline sokar. Ona göre, Tevhide inanan çok insan vardır, ama sadece dini-felsefi bir teori olarak. Yani Allah birdir, birden fazla bir şey değildir,” diyerek de bu söylediğimizi doğrular. Ancak daha sonra tevhidi siyasete (ideolojiye) indirgeyerek dünya görüşü anlamında alır ve İslam’ın da buna niyet ettiğini iddia eder.

Şeriati Marksist bir siyasal İslâm savunucusudur. Güçlü eşitlikçi eğilimleri ve sınıf eşitsizliğine yönelik sürekli eleştirileri onu sosyalist bir düşünür yaptı. Ancak onun için sosyalizm sadece bir üretim tarzı değil, bir yaşam tarzıdır. Lidere, partiye ve devlete tapan ve “hümanist sosyalizmi” öneren bir devlet sosyalizmini eleştirdi. Şeriati’ye göre devletin meşruiyeti kamusal akıldan ve halkın özgür kolektif iradesinden kaynaklanır. Özgürlük ve sosyal adalet modern maneviyatla tamamlanmalıdır. Özgürlük, eşitlik ve maneviyat üçlüsü Batı’nın “modernite” fikrine katkı sunacaktır. Şeriati, İslâm’ı “yeniden yorumlamak” için tarihsel determinizm (gerekircilik) ve sınıf mücadelesi gibi Marksist kavramları kullanır. Bu “teolojik Marksizm” veya “teolojikleştirilmiş Marksizm” Şeriati’nin siyasi İslam’a en yenilikçi entelektüel katkısıdır. Ona göre, Marksizm’in başarısız olduğu yerde İslam’ın yeniden yorumlanmış bir örneği olaydı kesinlikle başarılı olurdu. Şeriati’ye göre, din bir hareket (aksiyon) olarak modern bir ideoloji okuludur ancak bir kurum olarak bir naslar/dogmalar bütünüdür. Onun ‘Dine Karşı Din’ düşüncesinde din adamlarını din adamı despotizmini kurumsallaştırarak İslâm’ın yorumu üzerinde tekelci bir kontrol mekanizması kurmakla suçlar. Onun sözleriyle, adında İslam olan devletler ve hükümetler insanlık tarihinin gördüğü olan en kötü ve en baskıcı despotizm biçimini sergileyen diktatörlüklerdir.” Bu sözleriyle İran’da kovuşturma yemiş ve tutuklanmıştır. Şeriati’ye göre dinin biri diğerine düşman iki yönü vardır. Bir yönüyle nefretin tohumu diğer yönüyle ümidin mayasıdır din. Ancak aynı Şeriati toplumun aydınlanmasını ve Sosyalist İslam reformunu sağlamak için “güdümlü demokrasinin” gerekli olduğunu savunmuştur. Bu yönüyle Kaddafi’nin Libya’sındaki Sosyalist İslam Cumhuriyeti ideolojisi de Türkiye’deki siyasi İslamcılar da Ali Şeriati’den çok etkilendiği anlaşılmaktadır. Özellikle Ankara’da 1998’lerde Fadime Şahin-Aczimendi ilişkisini kuran Musa Çağıl’ın İKTİBAS dergisi ve İstanbul’daki TEKDAV Vakfı Ali Şeriati’nin şakirtleri pozisyonunda idi.

İdeolojilerin Sonu

Totaliter ideolojilerin trajik sonuçları, bunların geçerli bir yol olmadığını acı bir şekilde ispatlayınca Batı’da insanların zihinlerindeki büyüsünü kaybetti. 1960’da Daniel Bell, ideolojilerin dönemini tamamladığını ilan etti. 8 Bu yüzyılın başında ortaya çıkıp İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaygınlaşan postmodernizm sayesinde olmuştur. Postmodernizm sadece başka bir felsefi doktrin değil, felsefe, edebiyat, tiyatro, sinema gibi yollarla iletilen bir söylem bir yaşam biçimiydi. Bu yolla Batı’nın entelektüel ve kültürel hayatının her yanına nüfuz edebilmişti. Postmodernizmin inşa edilme ve desteklenme amaçlarından biri de, totaliter ideolojilerin kitleler üzerindeki hâkimiyetini kırmaktı. Postmodernizm çabucak bütün ideolojileri dışladı . Ancak tüm ideoloji avcılarında olduğu gibi, postmodernizm de yavaş yavaş gerçeğe ideolojik yaklaşım unsurlarından biri olan rölativizm ile bir ideolojiye dönüşmeye başladı. Postmodernizm göreceli olarak iki uçludur: bir yanıyla teolojik doktrinin bütünlüğüne meydan okurken diğer yandan totaliter ideolojilerin atacılıktan kurtulmasına da din eliyle yardımcı olabiliyordu.

Yirminci yüzyılın totaliter ideolojileri zihinleri ve ruhları çalmak için ya dine saldırmış ya da onunla flört etmiştir. Ancak her iki durumda da, ideolojiler dini bulaştırmıştır (enfekte etmiş mahiyetlerine zarar vermiştir). Postmodernizm, kiliseyi totaliter doktrinlerin etkisinden kurtarmıştır elbette ancak postmodernizm kiliseye hakikati sunmamış aksine kilisenin, seküler fikirlerin gerçeğe dönüşmesini engellemesini, engellemiştir . Bu ideoloji enkazlarından Avrupa kurtuldu ancak öyle görünüyor ki bu enkazı İslam Coğrafyası devralmıştır. 1990’lara kadar Türk devletinin kendine has gönle yönelik İslâm anlayışı nobran bir biçimde kaldırılmış yerine geleneksel Arapçı İslam anlayışı ikame edilmeye çalışılmaktadır. Mütedeyyin müslüman denenler ise Bülent Arınç’ın beyanatındaki bu; “parayı, çıkarı dine tahvil eden,” tipolojilerdir. Bunların Türk devletinin kendine has gönle yönelik İslâm anlayışındaki mütedeyyinlikle yakın uzak alakası yoktur. Siyasi İslam İdeolojisinin ikame etmeye çalıştığı mütedeyyin müslüman tipolojisidir bu. Ve bu gurubun bu anlayışı “Maun Suresi’ne” tersdir.  

Sonuç:

Din bir ideoloji değildir. İdeoloji ile yan yana gelemeyecek iki önemli özelliği vardır: 1- Maun Suresi ideolojinin mekruh gördüğünü haram sayar. 2- Dinde zorlama yoktur ayeti ile Siyasi İslam ideolojisi’nin şakirtlerinin karşıtlarını domuz bağıyla öldürme emrine bu İdeolojiden destek bulmaları taban tabana zıttır. Bu dinin nasları yerine ideolojik nasın ikame ettirilmesidir ki din dışılıktır! İşte tam bu sebeple kalkışma gecesi 15 Temmuz Köprüsü üzerinde Mehmetçiğin başını İslam ideolojisi adına keseni din dışı ilan ederek tekfir eder. Çünkü sorumluluk kişinin kendisindedir, kişi adına hiçbir gurup ya da şeyh karar veremez. Din bunu yasaklar. İrade hürriyeti seçim hürriyetini gerektirir. Hürriyet varsa insanların günah işleme ve yanlış yola sapma serbestisi de vardır. Hesaba çekecek Allah’tır. Güdümlü Demokrasi ve Yaratılan korku iklimiyle insanların yola sokulması dinde yoktur. Bu sebeple Siyasi İslam da onun ideolojisi de din dışıdır!

KAYNAKLAR

  1. Cemil Meriç, İlimler ve İdeolojiler. Umran Yayınları. 1981.
  2. Carl Schmitt. Political Theology: The Concept of Sovereignty. Chapt. IV. Translated by George Schwab. Cambridge, MA: MIT Press, 1985.
  3. Daniel Bell, The End of an Ideology: On the Exhaustion of Political Ideas in the Fifties (New York: Collier, 1962), 399.
  4. Yümni Sezen. İslam’ın Sosyolojik yorumu. İz Yayıncılık. 2004.
  5. Sorokin, P. A. (1937). Social and cultural dynamics (Vol. I-II-III). New Jersey, NJ: Bedminster Press.
  6. Destutt de Tracy, Eléments d’idéologie, Volumes 5, 1801–1815.
  7. Harald Bluhm, Karl Marx, Friedrich Engels, Die deutsche Ideologie (Berlin: Akademie Verlag, 2010.
  8. https://www.internethaber.com/hayrettin-karamandan-yeni-iktidara-zarar-verecekse-dogrulari-soylemek-caiz-degil-fetvasi-2210332h.htm İnternet Haber, 26/09/2021, 12:18.
  9. https://www.sozcu.com.tr/2021/gundem/bulent-arinc-dindarlarin-gazabindan-korkmak-lazim-6659995/- 20 Eylül 2021, 15:31.
  10. Evgeny Schwartz, The Dragon, 1944.
  11. Isaiah Berlin, The Crooked Timber of Humanity: Chapters in the History of Ideas, ed. Henry Hardy, Princeton, NJ: Princeton University Press, 2013.
  12. Hannah Arendt. The Origins of Totalitarianism. New York: Harcourt, Brace, 1951.
  13. Hjärpe, J. al-Kadhdhāīf, M. 1976c. An ex tempore speech by Mu’ammar al-Kadhdhāfī on religion and ideology at the Muslim–Christian Dialogue seminar at Tripoli, 2 February 1976.
  14. Gilsenan, M, Saint and Sufi in Modern Egypt. Oxford. 1973.
  15. https://islamansiklopedisi.org.tr/vehhabilik
  16. Necip Fazıl. Doğru Yolun Sapık Kolları. Büyük Doğu Yayınları.
  17. Ali Şeriati. İslam Sosyolojisi Üzerine. Çev. Kamil Can, İstanbul. 1980.
Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.