SEDAT ŞENERMENZOR YAZI

KUR’AN’DA DİN TİPOLOJİSİ[1]

HUKUKU DAYATAN, AHLÂKI ÖNEREN, DİNİ, KİŞİLERİN TERCİHİNE BIRAKAN KUR’AN’DA DİN TİPOLOJİSİ[1]

 

Bu yazıda Siz Değerli Okurlarıma, Prof.Dr. Niyazi Kahveci Bey’in Doğu Kitabevi Yayınları arasında çıkan “Çağdaş Düşünme Yazıları”[2] adlı beş kitaptan oluşan Değerli ve Önemli çalışmasının birinci kitabından bir konuyu örnek alarak söz etmek istiyorum.

Sayın Prof.Dr. Niyazi KAHVECİ’nin kısaca özgeçmişi “Çağımız ve Türkiye”[3] adlı kitapta şöyle yer alıyor:

Trabzon’da doğdu. İstanbul Beşiktaş Abbasağa’da büyüdü. Beşiktaş Büyük Esma Sultan İlkokulu, İstanbul/Fatih İmam-Hatip Lisesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Haseki Eğitim Merkezi’nde ihtisas;

İngiltere Manchester Üniversitesi’nde Sosyal Bilim Master ve Doktorası;

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütün kademelerinde görevler, TC. Londra Büyükelçiliği’nde 1. derece diplomatik görev, ilahiyatçı ve sosyal bilimcidir.

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi’nde akademik ve idari görevler, Adıyaman Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve İslami İlimler Fakültesi Dekanı, Halen İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesidir.

Çok sayıda Türkçe ve İngilizce makalelerinin yanı sıra bazı kitapları şunlardır:

Mutezile ile Şi’a Arasında Siyasal Tartışma,

İslam Siyaset Düşüncesi,

Tevrat’ta Sosyal Düşünce,

Tevrat’ta Siyasal Düşünce,

İniş Sırası ve Sebepleri ile Kuran-ı Kerim Tercümesi,

İniş Sırası ile Kuran-ı Kerim Tercümesi,

English Translation of al-Qur’an al-Karîm,

Translation of al-Qur’ân al-Karîm in Chronological Order The Basics of İslam.

 

A/1. Tarihsel Gelişimde Din Tipleri

 

(a) Geleneksel Din Tipi Kurumsal Din Sistemi”:

Sosyal Antropoloji’nin tespitine göre kurumsal din sistemi ilk olarak MÖ. üç binlerde Sümerler’le başlamıştır. Dinin kurumsallaştırılması, toplumu organize ederek kullanmak ve sömürmek düşüncesi üzerine kuruludur. Nitekim Sümer din adamları dini kurumsallaştırarak, toplumu kullanmışlardır (N.K.s.185). Organize ve kurumsal dinler, geleneksel din sistemidir. Beş bin yıl süren bu sistem, krallıkla birlikte var olmuştur.

Kurumsal dinler, tanrıcık krallar üretirler.

 

Kurumsal Din sisteminin iki unsuru vardır:

Dinin tüm konseptlerinin belli bir kurum tarafından tekdüze belirlenmesidir.

Bir din organizasyonunun bulunmasıdır. Bu organizasyon; dinin ritüellerini dinadamı yönetiminde, mabette ve toplu âyinlerle uygular.

Resmi organize din sisteminin bulunduğu yerde özel din organizasyonlarının varlığı kaçınılmazdır.

Kurumsal din sistemi”, çağımız insan düşünme düzeyiyle aşılmıştır(N.K.s.186).

 

(b) Çağdaş Din Tipi Kişisel Din”:

Kurumsal din sistemi”nin alternatifi “kişisel din”dir.

Çağımızda din, artık kişisel olmuştur. İnsanlığın, kurumsal din sistemini aşıp, “kişisel din”e geçmesi gerekmektedir.

Kurumsal din sistemi” sonucunda Batı’da, 18. yüzyıldan itibaren ruhban sınıfı karşıtlığı (anti-klerikalizm) hareketi doğmuştur. Bu hareket, dini, temelde kişisel aklî, yani zihinsel bir mesele olarak görür. Dini, kişisel düzeyde yaşamadır. Kişilerin, papazlara ihtiyaç duymaksızın kendi başlarına dini yaşamaları ve Tanrı ile doğrudan bağ kurmaları hareketidir. Din adamlığını ve Tanrı aracılığını ortadan kaldırır(N.K.s.186).

 

  1. KURAN’IN DİN TİPOLOJİSİ

 

  1. Din Fenomenolojisi

Kur’ran’ın din tipinin çağımıza uyumlu olup olmadığını tespit etmeye çalışacağız. Tespitimizi din fenomenolojisi felsefesini kullanarak yapacağız. Din fenomenolojisinin amacı; dinin tabiatını anlamaktır. Bir dinin dışarı vurulan görüngülerinden ya da fenomenlerinden iç anlamına, yani numenine nüfuz etmeyi ve dolayısıyla onun özünü kavramayı ifade eder.

 

  1. Dinadamı Kurumu

Organize ve kurumsal dinin olmazsa olmaz şartı, dini ve ibadetleri Tanrı aracısı olan dinadamının yönetmesidir. Kur’an, kurumsal dini yıkmaya önce Semitik kurumsal dinlerde bulunan dinadamlığını kaldırmakla başlamıştır. Kur’an’ın bunu kaldırmasının bir nedeni onun, Allah’ın sistemi olmamasıdır:

Onların arkasından da Meryem oğlu İsa’yı gönderdik, ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. İcat ettikleri ruhbanlığa gelince; biz, onu, onlara farz kılmamıştık. Allah’ın rızasını kazanmak için onu, kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere ücretlerini verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir.”(Hadîd/27)

Bir diğer nedeni, dinadamlarının dini, kişisel çıkarlarına âlet ederek halkı sömürmeleridir:

Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.”(Tevbe/34)(N.K.s.187)

 

  1. Dinadamının Yetkileri

 

(a) Vaftiz ve Aforoz

Dinadamının yetkilerinden biri, kişileri dine almak ve dinden çıkar­maktır. Hıristiyanlık ve Yahudilik’te dine girmek kişinin iradesi gerçekleşmez. Bireysel iman ancak dinî otoritenin onayı ile meşruluk kazanır. Papaz, vaftiz yaparak onay vermeden Hristiyanlığa girilemez. Bu dinlerde yetkili dini şahsiyetler veya meclisler, kişi istemese dahi, ona, dinden atma cezası olan aforoz uygular. Yahudilik’te de “herem” adı verilen sistemle kişi, cemaatten ihraç edilir.

Kur’an, dine girmek ve dinden çıkarmak yetkisini, peygamber dâhil hiç kimseye vermemiştir. İman etmek ve imandan dönmek tamamen kişinin özgür iradesine bırakılmıştır. Bu nedenle inanma ve dinden çıkma ayetleri, doğrudan kişilerin kendilerine hitap ederler.

 

(b) Günah Çıkarmak

Hristiyanlık’ta dinadamının, günahkârların günahlarını çıkarma yetkisi vardır. Kur’an, Peygamber dâhil hiç kimseye başkasının günahını çıkarma ve bağışlama yetkisi vermemiştir. Kişi, kendisi tövbe ederek günahlarının Allah tarafından bağışlanmasını ister. Tövbe etme ile ilgili ayetler, bireyin kendisine hitap ederler.

 

(c) İbadetleri Yönetmek

Dinadamlarının icra ettikleri görevlerden bir diğeri, insanların ibadetlerini yönetmektir. Kur’an, bu konuda da dinadamlığı sınıfını kaldırır. Bütün ibadetlerin kişiler tarafından ifa edilmelerini ister. Örneğin, namaz adı verilen “salât” ibadetini, kişilere hitap ederekifa edin” diyor, dinadamının önderliğinde ifa edin demiyor. Namazları Peygamber, kendisi kıldırmasına rağmen, imamın arkasında namaz kılmayı farz yapmamıştır.

Peygamber, kendisi kıldırmasına ve hutbeyi okumasına rağmen Cumayı dahi kendi yönetiminde ifa etmeyi farz yapmadı(N.K.s.188). Kurbanları, dinadamlarının nezaretinde kesin demiyor, kendiniz kesin diyor. Haccın ifasını kişilere bırakıyor, din adamı nezaretinde ifa edin demiyor.

Dinadamlığı sınıfını kaldırmak demek, Allah ile insan arasında aracısız bir din getirmek demektir. Kişinin, Tanrısı ile doğrudan bağ kur­masını istemektir. Kur’an,

– Dinin, dinadamlığı ya da ruhban sınıfının egemenliğinde olmadığı,

Ritüellerin dinadamlarının yönetiminde yapılmadığı bir din inşa etmektedir.

Üfürükçü, büyücü, kâhin, rahip, veli ve şeyh gibi Tanrı aracısı dini otorite tipolojileri üretmek ilkel insanın bir işlevi idi. Kur’an aklı, bunl­arı irrasyonel gördüğünden, peygamberini dahi dini otorite yapmak istemez. Peygamberin kendisi dahi dinadamı sıfatını almak isteme­miştir(N.K.s.189).

 

  1. Mabet

 

(a) Tanrı’yı Bir Mekâna İndirgemek

Organize ve kurumsal dinin olmazsa olmaz şartı, ibadetlerin ifa edil­diği mabetlerin varlığıdır. İbadeti mabette yapmak, evrensel olan Tanrı’yı dünyasal küçücük bir mekâna indirgemektir ki bu durum, bir teolojik aporiya (çıkmaz)dır.

Mabet yapmak Yahudilik ve Hıristiyanlığın emridir. Kur’an,

İbadet yapılan yer anlamına gelen “mabet” ve

İnsanları toplayan yer anla­mındaki “cami” kelimelerini kullanmaz.

* Sadece Allah’a secde edilen ver anlamındaki “mescit” sözcüğünü kullanır. Fakat “mescit inşa edinşeklinde emir içeren bir tane dahi ayet yoktur. Peygamber dahi, kendi döneminde sadece bir tane mescit inşa etmiştir. Bu mescidi, ibadet yapmak yeri değil, toplumunu oluşturma, öğretme, yönetme merkezi ve kendi evi olarak inşa etmiştir.

“Kur’an, mabetçi ve tapınakçı din tipine karşıdır’’(s.189)

 

  1. Laik Peygamber

 

Sistemleri değiştirmek için, sistemi bilmek, ama sistemin içinden gelmemiş ve sistemle formatlanmamış olmak gerekir. Nitekim Protestanlığı, dinadamları değil, filozoflar üretmişlerdir. Kur’an’ın da bu ruhban/dinadamlığı sınıfı karşıtlığı (Protestanlık hareketini) doğurmasının en önemli nedeni, ayetlerin söylediğine göre; peygamberinin müesses kurumsal dinin dışından gelmesidir. Peygamber, değiştirmek istediği din tipinin bir dinadamı hatta mensubu değildi, yani laik bir kişi idi. Kur’an, Hz. peygamberin bu durumunu belirtmek için şöyle der:

İşte sana da, emrimizle, bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz, onu kullarımızdan dilediğimizi, kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık.”(Şûrâ/52)

Seni dalâlette bulup hidayete erdirdi.”(Duhâ/6)

Kur’an’ın din tipine bakıldığında hidayetin, kurumsal olmayan din olduğu ortaya çıkmaktadır.

Hz. Muhammed’in en büyük başarısı, laik bir kişi olarak, dinsel bir makam olan peygamberliği elde etmesidir” (N.K.s.190).

 

  1. Türkiye’nin Din Tipi

 

(a) Oksimoron, Antinomik

Türkiye,

Yazılı yasalarda çağdaşlık ve

Uygulamada geleneksel çağdışılıktan oluşan bir oksimoron ve antinomik karma din tipine sahiptir. Böylece

* Yasalarında dini, kişisel bir mesele olarak almasına rağmen

* Kurumsal din uygulamaktadır.

Bu din tipi, Kuran’ınkine zıttır.

Türkiye bugün, Kur’an’ın bin beş yüz yıl önce ve Protestanlığın çağı­mızda kaldırdığı Ortodoksluğun ve Katolikliğin kurumsal din anlayı­şındadır. Her tarafı mabetle ve bu mabetleri din adamlarıyla doldurmaktadır. İslam’ı, Yahudileştirme ve Hristiyanlaştırmaktadır. Dinadamlığı üretmek demek, peygamber replikası üretmek dernek­tir. Çünkü başkalarına ibadet önderliğini sadece peygamber yapabilir. Peygamberden başkası bu göreve hangi cesaretle ve yetkiyle soyuna­bilir? Dinadamlığının ürettiği peygamber replikalığı, peygamber fotokopisi olan şeyhleri üretecektir.

Dinadamı üretmek, peygamber replikası üretme teşebbüsüdür.” (N:K:s.190)

Kur’an’dan dayanak bulunamadığı için mabet ve dinadamlığı konularında bir sürü hadis üretilmiştir. Hadis Usulüne göre; Kur’an’da bu­lanmayan bir konu ile ilgili bütün hadisler uydurma olmak zorundadır. Peki insanlar,

– Neden Kur’an’a değil de hadislere itibar ederler?

– Menfaatlerine geldiği ve dini sömürmek içindir.

İnsanlar önce menfaatleri­ne uygun olan konuyu üretirler; sonra ona, dinden dayanak uydururlar. Menfaatlerine gelmeyen ne Kur’an ayeti ne de Peygamber hadisini dinlerler.

Kendilerini dine değil, dini kendilerine uydururlar.

Kendilerini dine değil, dini kendilerine uyduranlar,
didar değil, dinsel kişilerdir.

Dinsel kişi, yedi kocah Hürmüz karakterinde olur”(N.K.s.191).

 

Türkiye bugün, Kur’an’da bulunmayan, daha sonraları gelip Müslü­man olan, ama Kur’an’ın akıl çapına ulaşamayanların, ortaçağdaki Yahudilik ve Hristiyanlığın uygulamalarına öykünerek ürettikleri din tipini uygulamaktadır. Din görevlisi adı altında dinadamı sınıfı ürettirir. Üstelik onu toplumdan kaportasal ayrıştırmak amacıyla ona “sünnet düğünü” kostümüne benzeyen şatafatlı üniforma uydurmuştur. Günümüz Yahudiliği ve Hristiyanlığı, bu uygulamaları teoloji çöplüğüne atmıştır. Türkiye, bu haliyle insanlığın çizgisini binlerce yıl geriden izlediğini göstermektedir.

“Türkiye bugün, insanlığın çağımızda teoloji çöplüğüne attığı
teolojik malzeme ile dinini anlamaktaveyaşamaktadır.”

 

(a) Türkiye’de İlahiyat

Türkiye’de ilahiyat profesörü dinadamlığı yapmaktadır. Profesörler VİP cenaze imamlığı yapıyorlar, hac ve umre turları düzenliyorlar. Tanrıyı ve dini, insanlığın çağımızın ulaştığı düşünsel düzeyde değil, avam düzeyiyle algılıyorlar. Şu anda Türkiye’nin avam düzeyini kafa düzeyine çıkarmakla sorumlu ilahiyat profesörlüğü, bu sorumluluğunu ifa edememeyi, dini, avam düzeyinde, ağızla ifa edilen “oral terennümler” yaparak örtbas ediyor. Halbuki onun görevi, “moral teorilerüreterek avam düzeyini çağdaşlaştırmaktır (N.K.s.191).

Dinsel toplumları çağdaşlaştıranlar, mevcut din anlayışını
aşmış din alimleridir
.”

 

İlahiyat akademiyası teolojik teorisyenlik yapması gerekirken, din pratisyenliği ve teknisyenliği yapmaktadır. Ortaya bir tane özgün düşünsel teolojik kuram koyamıyor. Avam düzeyinin peşinden gidiyor. Ülkedeki elli yıllık ilahiyat eğitimi onu, avam din düzeyinden ileri götüremiyor. Bu konunun üzerinde durulmalıdır.

 

  1. “Bugün Türkiye’de Dine, Alim Değil, Avam Egemendir”

 

(a) Sistem

Sistemde parça-bütün ilişkisi vardır. Bütün olan üst sistemi, parçalar olan alt sistemler oluşturur. Parçaların durumu bütünü etkileyecektir. Alt sistemlerin birindeki bir parçanın değişimi, o alt sistemi bütü­nüyle değiştirir. Bir alt sistemin değişmesi, diğer alt sistemleri ve neticede üst sistemi değiştirir. Şimdi Türkiye, bütün alt ve üst siren­leri çağımıza göre değişmiş olmasına rağmen hâlâ din gibi bazı alt sistemleri eski halinde sürdürmeye çalışmaktadır. Bu durum çelişki (antinomi)yi ve açmaz (aporia)ı doğurmaktadır.

 

(b) Dinadamlığı ve Şeyhlik

İnsanlara din diye aşılanan ruhsal Tanrısallığı dinadamları karşılayamaz. Çünkü dini önderlerin majik ve dini güçlere sahip olmaları gerektiğine inanılır. Dinadamının ya da din görevlisinin böyle güçleri yoktur. Dolayısıyla geleneksel dinadamlığına alıştırılan insanlar, bu majik güçlere sahip karizmatik kişiler (homo religious) ararlar. Bu kişiler, şeyhlerden başkası olamayacaktır. Nitekim Türkiye’de dinadamlığı sistemine geçildikten sonra şeyhlik artmıştır(N.K.s.192).

Diyanet, dinadamı ile ibadet yaptırdığı sürece şeyhlere insan
kaynağı yetiştirecektir.

 

Toplumların, dinsel karizmatik kişilikler aramalarının nedeni, felsefi ve bilimsel karizmatik şahsiyetler üretememeleridir. Toplumlar, her :aman karizmatik öncülere ihtiyaç duyarlar. Şeyhliği önlemenin tek yolu,

Dinadamlığı sistemini kaldırmak ve

Kişiyi, birey olup Tanrı’sıyla kendi başına bağ kurabilmesini sağlayacak düşünsel düzeye ulaştırmaktır.

Toplumsal akıl çapı geleneksel düşük rem ve bit ölçüsünde bırakıldığı sürece, şeyhlik önlenemeyecektir.

Şeyhliği önlemenin tek yolu, toplumsal aklın çapını çağdaş
güncelleştirmektir
.”

İnsanlık tarihinde dinadamlığı ve şeyhlik, insanın, “birey” olmadığı devirlerde üretilmiştir. Çağımızda insanlık birey aşamasına geçince bunları sonlandırmıştır.

 

(c) Dinadamlığının Demokrasiye Kötülüğü

Dinadamlığının en büyük kötülüğü, Tanrı’sıyla bağ kurmasında kişiye hiç öznelik bırakmayacak ölçüde kişinin öznel dünyasına tecavüz etmesidir. Dinadamının önderliğinde ibadet yapması durumunda, ibadet yapan kişinin ne bireyliği ne de özneliği kalır ve o, merkezsiz simgesel otomat bir varlık olur ve o gerçek değil, simgesel ibadet yapar. Fakat Tanrılar, özne olmayan insanların ibadetlerine değer vermezler. kişisel özneliğe dayalı olan demokrasiye doğuracağı en kötü sonuç, öznelleşmeyen insanlar nedeniyle onun uygulanamamasıdır.

Kur’an; hukuku dayatır, ahlâkı tavsiye eder, dini kişilere bırakır”(N.K.s.193).

 

  1. ATATÜRK’ÜN DÜŞÜNÜŞ BİÇİMİ

 

  1. Düşünmek Ve Atatürk

 

Düşünmek, aklın, içine girdiği düşünmeme girdabından kurtulmasıyla olur. Çünkü en zor iş; aklın donukluğunu gidermek, onu akışkan yapmaktır. O, bir kez akıcı yapılınca artık kendisi akar gider.

Atatürk bu konuda şöyle der:

Bir kere millet, benliğine ha­kim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Düşünme bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş intizama girer ve düzelir.”

Şimdi bir fikir düşünün, örneğin din, eğer düşünme işlemi yapılmadan anlaşılıyorsa, o çok basit bir malzemedir ve ondan, hele de süper düşünmenin egemen olduğu çağımızda, hiçbir değer beklenemez.

 

  1. Dinsel Düşünmeyi Aşmak

 

Çağımız öncesi düşünüş biçiminin dinsel düşünme olduğunu bilen Atatürk şöyle der:

Tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede, geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkumdur.”[4]

Geçmişteki bilimin bugün geçerli olmadığının farkında olan Atatürk, bu konuda şöyle diyor:

Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen dilinin çizdiği genel kuralları, şu kadar bin yıl önce bugün aynı biçimde uygulamaya kalkışmak, elbette bilim ve fennin içinde bulunmak değildir.”(1924)

 

  1. Kişiciliğe Karşı Olması

 

Atatürk, kendisi dahi olsa kişiciliğe karşıdır. O, kişilerle değil, düşüncelerle meşgul olunmasını ister. Şöyle der:

Benim, Türk mille­ti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üze­rinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçıla­rım olurlar.”

“Kişiyi sevmek duygusal tatmin sağlar. Fikirlerle meşgul olmak insana iş çıkarır.”

 

  1. Düşünce Özgürlüğü

 

Çağımızın en belirgin özelliklerinden birinin düşünce özgürlüğü olduğunu bilen Atatürk şöyle der:

Düşüncenin serbest hareketi ise ancak ferdin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak verdiği karara göre her türlü teşebbüse girebilmek serbestisine sahip olmakla mümkündür.”[5]

 

  1. Akılcı ve Bilimsel Düşünme ve Atatürk

 

Atatürk’ün Türkiye’ye getirdiği bütün sosyal ve siyasal yenilikler, çağımızın “akılcı ve bilimsel düşünüş” biçiminin ürettiği yeniliklerdir. Cumhuriyet, laiklik, demokrasi, ulus, birey, insan hakları gibi kavramlar bunlardandır.

 

Akıl ve Bilimi Birlikte Kullanır

Atatürk’ün, akıl ve bilimi birlikte kullanması, akılcı ve bilimsel düşünmenin farkında olduğunu gösterir. Şöyle der:

Ben, manevî miras olarak hiç bir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıp­laşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimi­zi fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.”

Atatürk “ilim” kelimesini “bilim” anlamında kullanır.

 

  1. Atatürk ve Mehmet Âkif Buluşması

 

Mehmet Âkif’in İstiklal Marşı’nı Atatürk’ün kabul etmesi, İslam’ın çağdaşlıkla buluşmasıdır.

Ayrıca M. Akif’in, “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı,” he­defi, ancak Atatürk’ün çağdaş akılcı ve bilimsel düşünüş biçimi ile gerçekleştirilebilir. Geçmiş düşünüş biçimleriyle mümkün de­ğildir. Bu hedefi, Müslümanlar gerçekleştireceklerdir. O nedenle bunu yapabilmeleri için önce kendilerini asrın idrakini anlar durumla güncelleştirmeleri gerekir. Hard disklerinin rem ve bit kapasitelerini yükseltmeleri gerekir. Bugünkü düşük kapasite ile bu iş yapılamaz.

“Atatürk; Müslüman-Türk çağdaşlığının simgesel adıdır.” [6]

 

  1. Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasının Nedeni

 

Efendiler! Biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için de­ğil, aksine bu gibi yapılar din ve devlet düşmanı oldukları, Selçuklu ve Osmanlı’yı bu yüzden batırdığı için yasakladık. Çok değil yüz yıla kalmadan eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki bazı kişiler, bazı cemaatlerle bir araya gelerek bizlerin din düşmanı oldu­ğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek, ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirlerine düşeceklerdir. Ayrıca unutmayın ki o gün geldiğinde her bir taraf diğerini dinsizlikle ve vatan hainliği ile suçlamaktan geri kalmayacaktır.[7]

 

  1. Cumhuriyet, Ulus Kimliği ve Atatürk

 

Cumhuriyet devrimi, sıfırdan özgün milli kimlik üretme girişimiydi. Atatürk, bunu yapmaya çalışıyordu. Özgün kimlik üretmek zor bir iştir. Türkiye dışından Türkiye’ye göç edenler ve Türkiye içerisinde Osmanlı eğitimi almış olanlar, Türklük ulusal kimliğinde kendilerine yer edinme sorunu yaşadıklarından hazır mevcut İslam kimliğini sürdürmek istemişlerdi ve Cumhuriyet kimliğine düşman olmuşlardı. Mevcut İslam kimliğini edinmek kolay iş idi. Düşünme zahmeti hatta yeniden kimlik üretmek gerektirmiyordu. Fakat artık İslam kimliği ile var olunamazdı. Çün­kü İnsanlık, çağımızda din kimliğini atmış, çağdaş düşünme biçi­mi ile özgün ulusal kimlik üretimine geçmişti.

“Bütün İslamcılık hareketleri; halkını ve ülkesini sömürerek kolay yoldan ekonomik ve siyasal haksız kazanç sağlamak amaçlıdır.”[8]

Kaynakça

[1] Tipoloji: İnsan tiplerini belirleme ve ayırt etme yöntemi.

[2] Prof.Dr. Niyazi KAHVECİ, Çağdaş Düşünme Yazıları I, İstanbul, 2019, Doğu Kitabevi Yayını.

[3] Prof.Dr. Niyazi KAHVECİ, “Çağımız ve Türkiye Düşün ve Bilim Alanları, Ankara, 2020, 6.Baskı, Doğu Kitabevi.

[4], [5], [6] Prof.Dr. Niyazi KAHVECİ, Çağdaş Düşünme Yazıları II, İstanbul, 2022, Doğu Kitabevi, s.116; s.117; s.118.

[7], [8] Niyazi KAHVECİ, Çağdaş Düşünme Yazıları II, s.41; s.50-51.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Alert: Content is protected !!