SEDAT ŞENERMEN

ATATÜRK’E GÖRE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVRİMİ

Atatürk’ün, küresel İngiliz egemen emperyalizme ve müttefiklerine karşı sonucunu zaferle taçlandırarak verdiği bir İstiklâl Savaşı ile ve bedeli canla-kanla ödenerek gerçekleştirilen tam bağımsız, üniter, sosyal, ulus devlet olarak kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılına doğru ilerlerken, “Cumhuriyet”in ne olduğunu kurucunun söylemleriyle bir kez daha günümüzde anımsak gerekiyor düşüncesindeyim. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin özgür, çağdaş, uygar yurttaşları olarak 21. yüzyılda birey ve toplum olarak “üzerimize düşen görev ve sorumluluk var mıdır, nedir?” konusunda bilinç oluşturmak durumunda olduğumuza inanıyorum.

1. Türkiye Cumhuriyeti’ni Oluşturan Altı Temel İlkenin İlki Cumhuriyetçiliktir

Türk Devrimi’nin cumhuriyet anlayışı, kimi ülkelerde olduğu gibi kişi, zümre ya da soy egemenliğini örtmek için kullanılan, adıyla uyumsuz biçimsel bir yönetim anlayışı değildi. Batı’da ya da Doğu’da görülen hiçtir cumhuriyet biçimine benzemiyordu. Toplumu oluşturan tüm kesimleri kapsayan anlayışıyla, doğrudan ulusal egemenliği ve halkın gönencini amaç edinmişti. Türk toplumuna özgü nitelikleriyle, eskiden gelen katılımcı anlayışın günün koşullarına göre uygulandığı, halka dayalı demokratik bir yönetim biçimiydi. Toplumun ve devletin tüm gücü, yalnızca ulus ve halk (Türk Milleti) için kullanılıyordu.

Yasama organı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi, azınlığı temsil eden, sınıf egemenliğine dayalı Batı parlamentola­rından çok farklıydı. Emperyalist işgale karşı, halkın temsilcileriyle ve bizzat halkın kendisi tarafından oluşturulmuştu. Bu temsilde, kişinin vatandaşlığı esas alındı. Aynı durum, yürütme, yasama ya da ulusal ordunun oluşumu için geçerliydi. Bu kurumlarda görev yapan insanlar, en üstten en alta, tümüyle halk kökenliydi. TBMM yönetim anlayışını, Fransız cumhuriyetçiliğinden ya da İngiliz parlamentarizminden değil;

Göktürk ‘toy’larındaki katılımcılıktan,

Anadolu Ahi paylaşımcılığından ve

İslamiyet’in danışma (meşveret-şura) örneklerinden alıyordu.[1] Türkiye Büyük Millet Meclisi, “dünya siyasi tarihinde örneği olmayan[2] demokratik ve mücadeleci bir yönetim organı, benzersiz bir temsil kurumuydu. Yetki ve yaptırım gücünü, kabul ettiği anayasadan çok, millet iradesini yansıtan, yazılı olmayan ve kökleri Türk tarihine giden Kuvayı Milliye Ruhundan alıyordu. Kuvayı Milliye Ruhu ise, “yüksek bir siyasi olgunluk seviyesine ulaşmış bir milletin, siyasi gücünü en görkemli ve en göz kamaştırıcı bir biçimde” kullanmasından başka bir şey değildi.[3]

Kuvayı Milliye Ruhu olarak ifade edilen ve tehlike karşısında kendiliğinden devreye giren ulusal direnç, kuşaktan kuşağa geçen özgürlük tutkusunun doğal sonucuydu. Samet Ağaoğlu’nun söylemiyle, “binlerce yıldan beri dünyanın bilinen her köşesinde bağımsız devlet kurmaktan gelen” örgütçü gelenek, özgürlük tutkusunu Türklerin öz yapısı haline getirmişti. Görkemli bir tarihten bugüne taşınan birikim, Türk insanını millet bilinci konusunda, “en mükemmel üniversitelerden çok daha iyi yetiştiriyordu.” Devlete sahip çıkan bağımsızlık düşüncesi, “Türk milleti için babadan oğula geçen toplumsal bir mirastı.”[4]

Kurtuluş Savaşı’nı yürüten Meclis’te, toplumun hiçbir kesimi temsil dışı kalmamış; köylüler, askerler, din adamları, tüccarlar, aşiret ve tarikat şeyhleri, esnaf temsilcileri doktorlar, avukat ve gazeteciler, aynı çatı altında tek bir amaç çevresinde birleşmişti. İzmir Milletvekili Mahmut Esat (Bozkurt), Meclis’i oluşturan milletvekilleri için, “belki elbisesiz, yakalıksız ya da bastonsuzdular ancak ayaklarındaki çizmeleriyle mübarek çekiçleriyle demircileri, çiftçileri, yani ülkenin tümünü burada Meclis’in içinde görüyoruz” diyordu.[5]

Cumhuriyetçilik anlayışı böyle bir meclis içinde oluştu, geçmişten ve yaşamın içinden gelen özellikleriyle ilkeleşti. Birinci Meclis, cumhuriyeti ilan etmedi ama özgün yapısıyla cumhuriyet düşüncesi, ilke ve işleyiş olarak onun içinde yaşıyordu. Halk adına; yasa çıkarıyor, uyguluyor, hatta yargılıyordu.

Mustafa Kemal, yeni Türk devletinin yönetim biçimi ve ona biçim veren Cumhuriyetçilik anlayışı için şu değerlendirme­leri yapacaktır:

* “Türkiye; milliyetçi, halkçı, devletçi ve devrimci bir Cumhuriyettir.. Yurttaşların kişisel ve toplumsal özgürlüğünü, eşit ve dokunulmaz kılmak, mülkiyet haklarını saklı tutmak, Cumhuriye­tin temel özelliğidir. Bu hakların sınırı, devlet varlığı ve otoritesi için­dedir. Gerçek ve tüzel kişilerin faaliyeti, genel yararlara aykırı olmayacak, yasalar bu temele göre yapılacaktır.”[6]

* “Başardığımız işlerin en büyüğü, Türk kahramanlığı ve yüksek kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu başarıyı Türk ulusunun ve onun değerli ordusunun, bir ve beraber olarak, kararlı bir biçimde yürütmesine borçluyuz.”[7]

* “Türk milletinin karakterine ve geleneklerine en uygun yönetim; Cumhuriyet’tir.”[8]

2. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Amaç ve Hedefleri Arasında

Millî Egemenliği Somutlaştırmak Ve Tam Bağımsızlığı Desteklemek Vardır

Varoluş ilkeleri üç uygulama ilkesi ile somutlaşır, gerçekleşir, hayata geçirilir. Bunlardan ilki Cumhuriyetçilik ilkesidir. Cumhuriyet millî egemenliğin ete kemiğe bürünmesidir. Bütün ülkeyi kaplamış dal dal ayrılan dev bir örgüt olarak karşımıza çıkar. Cumhuriyetçilik İlkesi, Millî Egemenliği somutlaştırır. Tam Bağımsızlığı destekler. Eğer “Millî Egemenliği’’ ruha benzetirsek, Cumhuriyet o ruhun bedenidir.

Benim için tek bir hedef vardı: Cumhuriyet hedefi!… Bu hedefe ulaşmak için belirli yolda yürüyen arkadaşların başarılı alması için, girişilen doğru yolda, namus yolunda çalışmak ve faal olmak lâzımdı. Yeni Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddeleri şöyleydi: Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. İcra kudreti, kanun yapma yetkisi, milletin biricik gerçek temsilcisi olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır. Bu iki maddeyi bir sözcükte özetlemek mümkündür: “Cumhuriyet”…”[9]

Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda söylediği gibi Türkiye Cumhuriyeti, milletçe en büyük eserimizdir:

Bir kutsal ülkünün tecellisi, milli azim ve bilincin eseri (dir Cumhuriyet).. Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki başarıyı Türk Milleti’nin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimle yürümesine borçluyuz.”

Türk ulusunun yönetim şeklikuvvet birdiresasına dayanır. Tür­kiye cumhuriyetle idare edilen bir devlettir. Devletimiz; Millî Ege­menlik idealini en iyi ve en güvenilir şekilde temsil edip uygula­yan devlet şeklinin, Cumhuriyet olduğuna inanmıştır. Bu sarsılmaz inançla Cumhuriyeti her tehlikeye karşı, her aracı kullanarak korur ve savunur.”

Atatürk’e göre Cumhuriyet, demokrasi esa­sına dayanan cumhuriyet; yurttaş özgürlüğünü tanıyan, ona saygı gösteren, onun sağlanmasını ve korunmasını en birinci görev bilen siyasi yönetimdir:

Dünya tarihinde, dünya üzerinde mutlakıyet yönetimi olmuştur, meşrutiyet yönetimi olmuştur. Bir de cumhuriyet hükümetleri vardır. Cumhuriyet halk idaresidir, demokrasi sistemi ile devlet şeklidir. Demokrasi prensibinin, en çağdaş ve mantıklı şekilde uygulan­masını sağlayan hükümet şeklidir. Demokraside yöneten millettir, devletin son iradesini ortaya koyan da millettir. Demokrasi esa­sına dayanan cumhuriyet; yurttaş özgürlüğünü tanıyan, ona saygı gösteren, onun sağlanmasını ve korunmasını en birinci görev bilen siyasi yönetimdir. Eski devirde özgürlüklerin korunması gibi bir sorun yoktu. Çünkü özgürlük yoktu.”[10]

3. Cumhuriyetçilik İlkesinin Esasları ve Nitelikleri:

Cumhuriyet bir yönetim biçimidir. Cumhuriyetçilik ilkesi buna daya­nır. Cumhuriyetçilik ulusal egemenliğin ve özgürlüğün temelini oluşturur.

Cumhuriyet yönetimi halkın kendi kendini yönetmesi gerçeği ve gere­ği üzerine kurulmuştur. Yani ulus bu düzende kendi yönetimini elinde tu­tar. Kendi egemenliğine sahiptir.

Öteki yönetim biçimlerinden “mutlakıyet”te bu yoktur. 

Meşrutiyet”te ise kısıtlıdır.

Türkler tarih boyunca mutlakıyet ile yönetilmelerine karşın, meşrutiyet ve cumhuriyet yönetimlerinde var olan “kurultay”lar ve “danışma meclisleri”ni daima oluşturmuşlardır. Hakan ve padişahlar böyle bir meclis toplamadan hiçbir zaman büyük kararlar vermemişlerdir.

Osmanlı imparatorluğunda bu danışma meclisleri genişletilmiş kubbe altı toplantıları biçiminde olmuştur.

Osmanlı imparatorluğunun gerileme dönemlerinde de bu meclisler toplanmıştır. Ama buna karşın, genel olarak bilgisiz kişilerle milletimize düşman unsurlar devlet yönetiminde yer aldıklarından, bu genişletilmiş kubbe altı toplantılarında alınan kararlar ülkeyi yüceltecek nitelikte ola­mıyor ve bu toplantılara katılanlar padişahı memnun etmek için, onun her türlü isteğine boyun eğiyorlardı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde “meşrutiyet” yönetimi denenmiştir.

Bilgisizlik,

Siyasal alanlarda deneyimsizlik,

İmparatorluğun Türk olmayan unsurlarında uyanan bağımsızlık düşünceleri sonunda, devletin kısa sürede dağılmasına neden olmuştur.

Osmanlı İmparatorlu­ğu dağılıp, bütünüyle Türklerin olan toprakların da yağmalanmasından, sonra, Türk ulusu bir ölüm kalım savaşı demek olan Kurtuluş Savaşı’nı yapmıştı. Bu savaş zaferle sonuçlanıp bağımsızlık elde edildikten sonra, ulusun, yeniden eski karanlık dönemlere, mutlakıyete ya da meşrutiyete dönmesi söz konusu olamazdı. Ülkenin yönetimini ATATÜRK, o ülkeyi yağmalanmaktan kurtaramayan padişahlara bırakamazdı.

Seçilecek yeni yönetim biçimi,

* İnsan onuruna en çok yaraşan,

* Ege­menliği hiçbir koşul tanımadan ulusa veren,

* Ülkenin yönetiminde doğrudan doğruya halkı söz sahibi yapan cumhuriyet olabilirdi.[11]

İşte bu nedenledir ki ATATÜRK, cumhuriyeti Türk ulusunun onu­runa en uygun yönetim biçimi olarak görmüş ve değerlendirmiştir. O’nun anlayışına göre cumhuriyet, halkın halk tarafından yönetilmesidir. Bu yönetimde egemenlik kısıtsız ve koşulsuz halkındır. Türkiye Cumhuriyeti esasen halkın sınırsız özverileri kar­şılığı olarak kurulduğu ve Türk ulusu, bu uğurda neler yap­mış, nelere katlanmış, nasıl mücadele etmiş olduğu bilinmektedir. Bütün bunları anlatmaya kütüphaneler dolusu kitaplar yetmez bile.

4. Cumhuriyetçilik İlkesinin Benimsenmesinde Etken Olan Hususlar:

Günümüzde “cumhuriyet’’ adı ile anılıp da kişi ya da kişilerin egemen­liğine dayanan yönetim biçimleri de vardır. Onlar hiçbir zaman halk yö­netimi sayılamazlar.

Türkiye Cumhuriyeti bu gibi yönetimlerden temel­den ayrıdır.

Bizim cumhuriyetimiz halk egemenliğine dayanır. ATATÜRK’ÜN kurduğu Yeni Türkiye Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir.

Bütün bunlara göre, cumhuriyetçilik ilkesinin benimsenmesinde iki önemli hususun etken olduğunu görüyoruz:

Birincisi, yüzyıllar boyu süren padişahlık yönetiminin yarattığı bunalıma duyulan tepki;

İkincisi de cumhuriyet yönetiminin halkın ruh ve ka­rakter yapısına daha uygun oluşu. Böylece halkçılık ilkesi de belirgin biçimde ortaya çıkmış oluyor.[12]

ATATÜRK; bu konuyu şöyle ifade eder:

Türk ulusunun yaradılış ve anlayışına, karakter ve âdetlerine en uygun yönetim cumhuriyet yönetimidir.[13]

O’na göre, cumhuriyet yönetimi ulusla devlet arasında bir kaynaş­mayı sağlar. Bunu da şöyle belirtmektedir:

Bugünkü hükümetimiz doğrudan doğruya ulusun kendi kendine, ken­diliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümettir ki, onun adı cumhu­riyettir. Artık hükümetle ulus arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet ulus, ulus hükümettir.[14]

Bu sözler de, halkın egemenliğine ve yönetime ne derece sahip oldu­ğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Atatürk Cumhuriyet ile Sultanlığın farkını şöyle açıklıyor:

Cumhuriyet, ahlâksal erdeme dayanan bir yönetimdir.
Cumhuriyet erdemdir.

Sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet yönetimi, erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayandığı için
korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir.

Aradaki fark bunlardan ibarettir.”(1925)[15]

5. Türk Milleti ve Cumhuriyet Yönetimi Hakkında Atatürk’ün Özgün Görüşleri

Türk milletinin karakterine ve âdetlerine en uygun olan
yönetim, cumhuriyet yönetimidir.”(1924)[16]

Büyük Millet Meclisi, Türk milletinin gerçek eğilimlerine uyarak devlet şeklini, cumhuriyet şeklinde kesin olarak sağlamlaştırdı. Cumhuriyet yönetimi memlekette en ıssız köşeye kadar coşkunluk ve heyecanla kabul edildi. Millet, cumhuriyetin Türk vatanını yüzyılların birikmiş kötü yönetiminden kurtaracak ve memleketin lâyık olduğu itibar ve saygıyı koruyacak ve yükseltecek biricik yönetim şekli ol­duğuna inancını en belirgin şekilde gösterdi. Millet, cum­huriyetin bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesinlikle ve sonsuza kadar korunmasını istemektedir. Milletin isteği, cumhuriyetin denenmiş ve olumlu bütün kurallara bir an önce ve tamamen dayandırılması şeklinde ifade olunabilir. Yüce Meclis’in çok önemle meşgul olduğu Anayasa’da, milletin isteğini davranış yolu kabul etmek hepimizin göre­vidir.”(1924)[17]

Büyük, önemli bir devrim oldu. Bu devrim, milletin kur­tuluşu adına, hak adına yapıldı. Milletimiz, demokratik bir hükümet kurmak sayesinde düşman ordularını yok etti, vatanı istilâdan kurtardı. Kahraman ordumuzun cesaret meydanlarında kazandığı zaferi, siyaset alanında da verim­li yaptı. Türkiye’nin yeni yönetimi yaptığı işlerle, başarı ile niteliğini tanıttıktan sonra dünyaca bilinen unvanıyla varlı­ğını açıklığa kavuşturdu ve kuvvetlendirdi. Türk tarihinde bir cumhuriyet dönemi açtı.”(1924)[18]

Cumhuriyet, Türk milletinin refah ve yükselmesi yolun­da yüzyılların görmediği başarılara erişti. Milletin eğilimle­rini ve gereksinimlerini bularak ve öğrenerek onun refah ve gelişme gereklerini gerçekleştirmekte cumhuriyetin az za­manda elde ettiği sonuçlar, cumhuriyet yönetiminin milleti­mize hazırladığı geleceğin daha ne kadar parlak olduğunu tahmin ettirmeye yeterlidir. Asla şüphe yoktur ki, cumhuri­yetin gelecek evlâtları, bizden daha çok refaha erişmiş ve mutlu olacaklardır.”(1927)[19]

Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek biricik emelimdir.”(1930)[20]

Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk milletini güvenli ve sağlam bir gelecek yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik bakımından, büsbü­tün yeni bir yaşamın müjdecisi olmuştur.”(1936)[21]

Cumhuriyeti ilelebet yaşatmak görev ve borcunda olanlar, kendilerine bu konuda elbette bir sorumluluk çıkaracaklardır.

Kaynakça

[1] Metin AYDOĞAN, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam 2, Atatürk ve Türk Devrimi, İzmir, 2020, 14.Baskı, Gözgü Yayıncılık, s.389.

[2], [3], [4] Samet AĞAOĞLU, Kuvayı Milliye Ruhu, Ankara, 1981, Kültür Bak. Yayını, s.11;12.

[5] Samet AĞAOĞLU, Kuvayı Milliye Ruhu, s.88.

[6] Ulus gazetesi, 7 Mayıs 1935.

[7] S. TURAN, Atatürk’te Konular Ansiklopedisi, 1995, Yapı Kredi Yy, 2B, s.129.

[8] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1954, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, c: III, s.74; Metin AYDOĞAN, Ülkeye Adanmış Bir Yaşam 2, Atatürk ve Türk Devrimi, İzmir, 2020, 14.Baskı, Gözgü Yayıncılık, s.390, 391.

[9] Prof.Dr. Cihan DURA, ATANAME, İstanbul, 2017, s.328.

[10] Cihan DURA, ATANAME, s.328-329.

[11] Osman Güngör FEYZOĞLU, Atatürk İlkeleri ve İnkılâbımız, İstanbul, 1982, Milli Eğitim Basımevi, s.57.

[12] O.G. FEYZOĞLU, Atatürk İlkeleri ve İnkılâbımız, s.58.

[13] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c. III, s.74.

[14] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c. II, s.230.

[15] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c. III, s.74.

[16] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c. I, s.314-315.

[17] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c. II, s.165-166.

[18] ATATÜRK’ÜN Tamim, Telgraf ve Beyannameleri,            cilt: IV, s.435’ten aktaran: Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.187.

[19] Fethi          OKYAR, Serbest Cumhuriyet Fırkası Nasıl Doğdu, Nasıl Feshedildi? İstanbul, 1987, s.70.

[20] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c. II, s.231.

[21] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c. I, s.372.

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Alert: Content is protected !!