MANŞET

ABD Başkanı’nı bekleyen Türkiye dosyası

ABD’deki 3 Kasım seçimlerinden galip çıkacak lideri kalın bir Türkiye dosyası bekliyor. Başkan’ın S400’ler, Suriye, Doğu Akdeniz gibi konularda alacağı kritik kararlar, Türkiye ile ilişkilerin geleceğini belirleyecek.

ABD sandık başında: Trump mı, Biden mı?

   Tüm dünyada gözler, ABD’deki 3 Kasım başkanlık seçim sonuçlarında. Cumhuriyetçi aday Donald Trump ve Demokratların adayı Joe Biden’ın son ana kadar yoğun kampanya yürüttükleri mücadelenin ardından oy sayımıyla birlikte ülkede siyasi tansiyon da yükseliyor.

Demokrasinin beşiği olarak görülen, Batı’nın lideri konumundaki ABD’deki seçimin sonuçları, Avrupa başkentlerinde çok yakından takip ediliyor.

ABD Başkanı’nın kim olacağı kadar, nasıl bir ekip oluşturacağı, dışişleri ve savunma gibi bakanlıklara hangi isimleri atayacağı, önümüzdeki günlerde en çok tartışılacak konular arasında olacak.

Tüm bu gelişmeleri çok yakından takip eden ülkelerden biri de Türkiye. Seçimleri kazanacak ABD başkanının önüne gelecek sıcak dosyaların başında Türkiye ile zorlu konular geliyor.

Çözüm bekleyen ve önümüzdeki dönem zorlu müzakerelere konu olması beklenen ana başlıklar şöyle:

Derin güven bunalımı

Ankara-Washington hattında son 10 yılda yaşanan pek çok gerilim, taraflar arasında derin bir güven bunalımına yol açarken, iplerin kopmasını büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Trump arasında perde arkasında yürütülen, içeriği kamuoyu ile paylaşılmayan, ikili diyalog ve pazarlıklar önledi.

Ancak Erdoğan liderliğinde Türkiye’nin son dönemde uluslararası alanda attığı adımlar, “Batı karşıtı” olarak nitelendiriliyor, özellikle ABD Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon tarafından kuşkuyla izleniyor. Soğuk Savaş dönemi ile birlikte özellikle askeri alanda derinleşen ve tarafların “stratejik ortaklık” olarak nitelendirdikleri ilişkilerden son yıllarda geriye çok fazla bir şey kalmadı.

ABD’de başkanlık seçimleriyle başlayacak yeni dönemde Türkiye ile yeniden güvene dayalı ilişkilerin kurulup kurulmayacağı, en çok merak edilen konuların başında geliyor.

Çin’i yeni tehdit olarak gören, İran’ın bölgedeki nüfuzunun sınırlandırılmasını hedefleyen ve Rusya’nın Ukrayna’dan Libya’ya uzanan geniş bir alandaki etkinliğine karşı koymayı stratejik öncelik olarak belirleyen ABD, stratejik bir konumda bulunan Türkiye’yi yanında tutmaya çalışıyor.

Washington’ın Türkiye ile ilişkileri yeniden rayına oturtma konusunda, Ankara’dan çeşitli beklentileri bulunuyor. ABD Dışişleri Bakanlığı sayfasında bu beklentilerin bir kısmı, “Türk Hükümetinin, demokratik kurumlara ve hukuk devletine güveni inşa edecek politika ve adımlara sadakat göstermesi kadar insan hakları taahhütlerine bağlı kalması” olarak sıralanıyor. Bu bölümda ayrıca, “Türkiye anahtar konumundaki bir NATO müttefiki ve önemli bir bölgesel ortak. ABD, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine kendisini adamıştır. Türkiye’nin Avrupa-Atlantik topluluğunun bir parçası olarak kalmaya devam etmesi bizim çıkarımızadır” ifadelerine yer veriyor.

Suriye: ABD’nin SDG’ye desteği ve YPG gerilimi

Türkiye açısından da ABD’nin son dönemdeki bazı kararları, “müttefiklik ilişkileriyle bağdaşmayan adımlar” olarak görülüyor ve güvenin yeniden tesisi için Washington’un adım atması isteniyor. Amerikan yönetiminin, Suriye’nin kuzeyinde SDG’ye verdiği siyasi ve askeri destek, Ankara’nın “ulusal güvenliğine tehdit” olarak tanımladığı ve en fazla tepki gösterdiği konuların başında geliyor. Ankara’ya göre YPG, ABD’nin de terör örgütü olarak tanıdığı PKK’nın Suriye’deki uzantısı ve bu nedenle terör örgütü olarak sınıflandırılması gerekiyor. ABD ise PKK ile YPG arasında ilişki olduğunu inkar etmemekle birlikte, IŞİD ile mücadelede bu yapı sayesinde başarıya ulaşıldığını savunuyor ve özellikle SDG’yi, ABD’nin cihatçı terör ile mücadelesinde “müttefik” olarak tanımlıyor.

Washington, SDG içinde terör ile ilişkili unsurlar varsa bunların ayrıştırılmasını, bu yeni yapıyla işbirliği içinde hareket edilmesini savunuyor. Özellikle Pentagon, İran’ın bölgedeki etkisini kırmada, SDG ile birlikte hareket edilebileceğini değerlendiriyor.

15 Temmuz darbe girişimi ve Gülen yapılanması

Gülen yapılanması, Ankara-Washington hattındaki en büyük kriz konularından biri olmaya devam ediyor. Türk hükümeti, 2016’daki darbe girişiminden sorumlu tuttuğu Fetullah Gülen başta olmak üzere, Gülen yapılanmasının önemli isimlerinin ABD’de ikamet ediyor olmalarına, kimi üst düzey emniyet mensubu ve askerin de bu ülkeye sığınmalarına izin verilmesini çok sert tepki gösteriyor.

15 Temmuz darbe girişimi sırasında ABD’de Barack Obama başkan, Joe Biden ise başkan yardımcısı olarak görev yapıyordu. Bazı AKP’li bakan ve üst düzey yetkililer, ABD yönetimini bu darbe girişiminin arkasında olmakla suçlamıştı. Fethullah Gülen’in de aralarında olduğu 150’den fazla ismin iadesini ABD’den talep eden Ankara, bugüne kadar bu girişimlerine herhangi bir olumlu bir yanıt alamadı. Gülen yapılanmasını, “Fethullahçı Terör Örgütü FETÖ” olarak tanımlayan Türkiye’nin, yapılanmanın ABD’deki eğitim ve ticaret gibi faaliyetlerinin yasaklanması için yaptığı girişimler de sonuçsuz kaldı.

Konsolosluk görevlilerine terörden mahkumiyet

ABD-Türkiye ilişkilerinde güven bunalımının ne kadar derin olduğunu gözler önüne seren, diplomatik krize yol açan bir diğer konu da ABD’nin Türkiye’deki diplomatik temsilciliklerinde çalışan üç görevlinin, “terör örgütüne yardım” ile suçlanarak mahkum edilmeleri.

ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu görevlilerinden Nazmi Mete Cantürk, Türkiye’nin darbe girişiminden sorumlu tuttuğu Gülen yapılanmasına yardım suçlamasıyla, beş yıl iki ay hapis cezasına, ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu görevlisi Metin Topuz, yine Gülen yapılanmasına yardım suçlamasıyla yaklaşık 9 yıl hapis cezasına ve Adana Konsolosluğu çalışanı Hamza Uluçay da bu yılın başında yine “silahlı terör örgütüne üye olmamakla bilikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçundan 4 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmışlardı.

Uluçay, tutuklu bulunduğu süre göz önünde bulundurularak tahliye edilmişti. ABD yönetimi, “hukuki dayanağı olmadığını” söylediği mahkumiyet kararlarına tepki gösterirken, bunların hem Türk yargısına hem de iki ülke arasındaki güveni zedelediğine dikkat çekiyor.

S-400 krizi ve yaptırımlar

ABD’deki seçimler öncesinde Ankara-Washington hattında gerilimi tırmandıran son gelişme, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 savunma sistemininin ilk testlerine başlaması olmuştu. ABD Başkanı’nın önümüzdeki haftalarda masasındaki en sıcak dosyalardan biri olacak olan bu konu, Amerikan iç siyasetinde de en çok tartışılan başlıklardan. ABD’nin dışişleri ve savunma bakanlıklarının yanı sıra, Kongre’de de Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, Türkiye’ye yaptırım uygulanması gerektiğini savunuyor.

ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) aslında Rusya’dan savunma sanayi ürünlerinin satın alınması ile birlikte ilgili ülkeye yaptırım uygulanmasını öngörüyor. Ancak Trump Yönetimi bu yaptırımlar konusunda düğmeye basmadı. Trump ile Erdoğan’ın yürüttüğü pazarlıklarla ilgili olarak diplomasi kulislerine yansıyan bilgiler göre taraflar, Türkiye’nin S-400’leri fişe sokup çalıştırmaması halinde yaptırımların da devreye sokulmayacağı konusunda mutabık kaldı.

Ancak ABD’de yeni yönetimin göreve başlamasıyla birlikte Ankara-Washington hattında ne tür müzakerelerin yaşanacağı bunlardan sonuç alınıp alınmayacağı henüz bilinmiyor. Uzmanlar, bir diyalog ve uzlaşı zemini sağlanamaması halinde ABD Yönetimi’nin 2021yılında yaptırımlar için düğmeye basabileceği görüşünde.

Türkiye’nin Halkbank endişesi

Ekonomisi zorlu sınamalarla karşı karşıya bulunan Türk hükümetini olası S-400 yaptırımları kadar ABD’deki Halkbank davası ve Türkiye’nin karşı karşıya kalması muhtemel ceza da endişelendiriyor.

New York Times (NYT) gazetesi geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’deki Halkbank davası sürecine müdahale etme girişimleriyle ilgili büyük ilgi uyandıran bir haber yayımladı. Haberde, Erdoğan’ın, Trump’a “meseleyi çözmesi için” yoğun baskı uyguladığı, Trump Yönetimi’nin de davaya bakan New York Güney Bölgesi Federal Başsavcısı Geoffrey S. Berman’ı engelleme girişimlerinde bulunduğu ancak Berman’ın davanın düşürülmesini kabul etmediği aktarılıyor.

Önümüzdeki süreçte yürütülen gizli pazarlıklara ilişkin daha fazla bilginin basına sızabileceğine dikkat çekiliyor. Şimdi dikkatler Halkbank’ın ABD’nin İran’a yaptırımlarını delmek suçlamasıyla New York’ta yargılandığı davanın 1 Mart 2021 tarihinde yapılacak duruşmasına çevrildi. Halkbank’a banka dolandırıcılığı, komplo ve kara para aklama dahil altı suçlama yöneltiliyor.

Doğu Akdeniz’de gerilim

Güç mücadelesinin sertleştiği Doğu Akdeniz’de askeri bir çatışma endişesi günden güne artıyor. Türkiye, bazı ABD’li uzmanlar tarafından “yayılmacı” bir dış politika, hatta agresif bir “uçurum diplomasisi” izlemekle eleştiriliyor.

Türk hükümetinin neredeyse tüm bölge ülkeleriyle ilişkilerinin kötü olması, bu ülkelerin son yıllarda Türkiye’nin dış politika hamlelerini artan oranda “tehdit” olarak algılamaları, gerilimin daha da tırmanmasına yol açıyor.

Türkiye, bölgede oluşan siyasi, ekonomik ve stratejik ittifaklardan dışlanıyor. Son olarak İsrail, Yunanistan, Kıbrıs, Mısır, İtalya ve Ürdün, Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun kuruluş anlaşmasını imzaladılar. Böyle bir ortamda ABD’nin Türkiye’ye önemli silah satışlarını askıya alırken, Yunanistan ve AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti ile askeri ve stratejik işbirliğini geliştirmesi dikkat çekiyor.

Yeni dönemde ABD başkanının, Doğu Akdeniz konusunda bir inisiyatif üstlenip üstlenmeyeceği, Türkiye ile nasıl bir pazarlık yürüteceği merak konusu. Çünkü bu gerilim, S-400 krizi ile birlikte NATO ittifakının geleceğini tehdit eden en büyük sorunlardan biri olarak görülüyor.

https://imasdk.googleapis.com/js/core/bridge3.421.0_en.html#goog_1760657935

Dağlık Karabağ geriliminde Rusya endişesi

Türk hükümetinin Libya’dan sonra Dağlık Karabağ’a da Suriyeli savaşçılar gönderdiği iddiaları, geçtiğimiz haftalarda Batılı ülke başkentlerinde geniş yankı buldu.

ABD yönetimi açısından ise Dağlık Karabağ’da gelişmelerin kontrolden çıkması, sonuçta ise Rusya’nın bölgeye daha güçlü olarak yerleşmesi, en istenmeyen senaryo olmaya devam ediyor. Washington yönetimi, Azerbaycan’a desteğini gizlemeyen Türkiye’yi hamleleri konusunda uyarırken, bunların Rusya’nın bölgeye askeri olarak müdahale etmesine, “barış gücü adı altında” yerleşmesine yol açmaması gerektiğine işaret ediyor. ABD’li uzmanlar, bu bölgenin Rusya ve İran’dan geçmeyen, Doğu’yu Batı’ya bağlayan çok önemli ve tek koridor olduğuna dikkat çekiyorlar. Rusya’nın askeri müdahalesine davetiye çıkaracak bir gelişmenin sadece hava trafiğini değil, enerji ve telekomünikasyon güzergahının da Rusya güdümüne girmesine yol açabileceği endişesi dile getiriliyor.

Değer Akal

© Deutsche Welle Türkçe

Arkadaşlarınızla paylaşın

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
error: Uyarı: Korumalı içerik !!

Reklam Engelleyici Algılandı

Sitemizden en iyi şekilde yararlanmak için lütfen reklam engelleyicinizi kapatınız.